Ekrem İmamoğlu'ndan Erdoğan'a 'dava' yanıtı
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kendisine açılan tazminat davasıyla ilgili açıklamalarda bulundu... İmamoğlu, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın 'Şehrin emini terör yandaşı olamaz' şeklindeki ifadesine de sert bir yanıt verdi.
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Grubu Çalışma ve Değerlendirme Toplantısı'nın açılışında önemli açıklamalarda bulundu.
İmamoğlu'nun konuşmasından öne çıkan noktalar şöyle:
-İstanbul'umuzun Esenyurt ilçesinde, böylesi bir sebeple bir araya gelmeyi, elbette Türkiye demokrasisi adına ve ülkemizin itibarı adına üzüntüyle karşılıyorum ve üzüntüyle ifade ediyorum.
-Ne yazık ki, tarihin önemli bir kavşağındayız ve çok acı bir dönemi bu iktidar, muhtelif dönemlerde bize yaşattı ve yaşatmaya devam ediyor. Burada bulunan her birimiz, CHP'nin, partimizin ve bizlerin hissetmeliyiz ki bu önemli kavşaktaki sorumluluğu hayati bir önemdedir.
-Çok önemli bir sürecin içerisindeyiz. Ülkenin birçok noktasını hem İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı görevimle hem de Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı görevimle ziyaret ediyorum. Nereye gitsem; ekonomiden sağlığa, adaletten eğitime her alanda bir çöküş tablosuyla karşı karşıya olduğumuzu yaşıyoruz. Ve insanlarımız bizlerle konuşuyor, dertlerini, sıkıntılarını anlatıyor. Herkes sorunlarını ifade ederken, açıkçası sorunlarının sebebini de çok iyi biliyor.
-Kimin, hangi dönemin, hangi uygulamaların bugün ülkemizi böylesi zorlu bir sürece taşıdığını çok net ifade ediyorlar. Ama bir başka şeyi daha hatırlatıyorlar. O da bize olan duygularını söylerken, CHP'li olarak bize sorumluluğumuzu hatırlatıyorlar.
-Ve bu tarihi sorumluluğun omuzlarımızda olduğunu ve bize çok büyük bir yük yüklediğini ve bu yükün altından hep birlikte kalkmamız gerektiğini bize hatırlatıyorlar. Genci, yaşlısı, kadını, erkeği, doğulusu, batılısı, yoksulu, zengini ve herkes açıkçası gözlerini bize dikmiş, kulaklarını bize açmış ve bizim ne yaptığımızı takip ediyorlar. Aynı zamanda ne yapacağımızı da açıkçası bir sınav gibi izliyorlar.
ERDOĞAN'A DAVA YANITI
-Yeni bir yargı tacizini de taze, daha dün yine bize yaşattılar. Esenyurt Meydanı'ndaki haklı sözlerimiz, ifadelerimiz ve hatırlatmalarımıza, Sayın Cumhurbaşkanı kızmış. Ya da sözlerimiz Sayın Cumhurbaşkanı'nı kızdırmış.
-Hemen avukatına talimat vermiş. Bana ve Sayın Genel Başkanımıza, 1'er milyon liralık tazminat davası açmış. Medyasında, yargısında; 65 yaşına gelmiş, yaklaşık 40 yılını Türkiye'nin akademik dünyasına, bilim dünyasına ayırmış Esenyurt Belediye Başkanımız, Prof. Dr. Ahmet Özer'in kişilik haklarını ayaklar altına alırlarken, bizim onlara sorduğumuz gerçek ve kanıtlı sorularımızı, kişilik haklarına saldırı olarak görmüşler.
-Neymiş? Kamuoyu önünde küçük düşmüş. Bizim ne kişilerle ne de kişilikleriyle bir meselemiz olmaz. İlgilenmeyiz bile. Ta ki kişilikleri memlekete zarar verir hale gelene kadar.
-Bizi, biriktirdiğimiz demokratik değerlerimizi, cumhuriyetin varoluş sebeplerini yerle bir ederek; milletimizi, ülkemizi, devletimizi dünyaya sefil ve rezil ederlerken, işte bunları yaptıklarından, biz tam da bu noktada, gereken sözü söylemeyi, gereken soruyu sormayı asla geride bırakmayız. Açıkçası benim konuşmam ve ifadelerim, tam da bu eksendeydi.
-Hatta, tamamen sorular sorduğum bir konuşma metniydi. İsteyen tekrar tekrar bakabilir ve okuyabilir.
YERLİKAYA'YA SERT TEPKİ
-Öylesine çürümüş bir ortamdayız ki; az önce ifade ettiğim, 40 yılını Türkiye'nin akademik dünyasına ayırmış, fikirleriyle, kendi kişisel, özgün düşünceleriyle katkı sunma gayretinde olmuş bir insana dair, İçişleri Bakanı olan zat, dün açıklama yaptı.
- İri iri laflar. Demiş ki, ‘Şehrin emini, terör yandaşı olamaz.' Ne kadar uydurma, safsata bir kısım cümleleri içeren iddianameyi okuduğumda, ben o iddianameyi yere fırlattım. Bana dökümünü aldıklarında, baktıklarımdan utanç duydum.
-10 yıl önceki telefon görüşmesiyle birini ‘terörist' ilan eden anlayış, işte o itham, dün o sözü söyleyen İçişleri Bakanını, bumerang gibi döner ve vurur. Şimdi buradan bir-iki hatırlatma yapmak isterim. 10 yıl önce Fethullah Gülen'e nasıl övgüler düzdüğünü hatırlatayım. 10 yıl önce, ‘Türkiye'de Türkçe Olimpiyatları geldiği nokta ile maşallahı hak ediyor' diyen, sensin. Organizasyonu düzenleyenlere teşekkür eden, İçişleri Bakanı olan zat, sensin.
-Sponsor katkısı sağlayan da sensin. 10 yıl önce, yani terör örgütüyle kol kola olan sensin. Ne diyelim şimdi? Dönüp senin söylediğin sözleri, sana mı ifade edelim? Tam olarak senin cümlelerini de o döneme dair seçersek, şöyle mi diyelim; ‘Sureti Hak'tan görünüp, diğer taraftan zikriyle, fikriyle terör örgütüyle bir olunmaz' deyip, sana mı hatırlatalım? ‘İçişleri Bakanı terör yandaşı olamaz' mı diyelim? Bu nasıl olur? Hoş olur mu? Hoşunuza gitti mi Sayın İçişleri Bakanı? Siz, önce Bakanlığınızı kim yönetiyor, ona bakın.
-Bakın; insanlara leke atmak, insanları lekelemek, insanları ‘terörist' ilan etmek, bu ülkede son yılların geleneği haline geldi.
-Ben İçişleri Bakanı'na şunu söylüyorum: Sana dahi haksızlık yapılsa, seni bile savunacak yürekli insanlar var bu salonda.
-Siz öyle bir ortamın, kirli bir sürecin birer parçası haline geldiniz ki, çıkıp televizyonlardan makamlarınızı kullanıp, yaptığınız açıklamalarla bu milleti ‘oy veren, vermeyen' sınıflandırmasıyla; verenlerin ‘iyi vatandaş', vermeyenlerin ‘terörist' olduğunu dahi kafasını sallayıp ya da diliyle ikrar eder duruma geldiniz.
-Ama biz, haklıyı savunan, hakkı savunan, hukuku savunan safımızdan bir adım geri atmayacağız. Açıkçası ben yine bakanlığına hatırlatmak istiyorum. Bu da ayrı bir trajik durum. Bakanlığı kim yönetiyor? Önce onu bulun. Sabah Gazetesi, saatler öncesinden, 6-7 saat öncesinden
-‘Kayyum atandı' diye haber yapıyor. Siz, ‘Yok öyle bir şey, kayyum atanmadı' diyorsunuz. Sonra aradan saatler geçiyor. Daha mahkeme kurulmamış, mahkeme yapılmamış. Saatler geçiyor… Üzülerek ifade edelim ki; Bakan değil, gazete haklı çıkıyor. Tabiri caizse, ‘Ters köşe oluyorsun' diyeceğim ama tam olarak da öyle değilsin.
-Tabii iradenizi ve aklınızı birilerine teslim eder, gelen kelimeleri, cümleleri kendi fikrinizmiş gibi ifade etmeye başlar ve milletin hür ve özgür bireylerinin olması gereken o koltuklarda, talimatla hareket eden bir süreç işletilirse, ne yazık ki milletçe, 86 milyon insanımızın başı öne eğilir.