Özgür Özel'den Teğmenler Hakkındaki Karara ve Yusuf Tekin'e Sert Eleştiri

CHP Genel Başkanı Özgür Özel partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulundu.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, şunları dile getiriyor:

Doğru söylemek, haklı olmak siyasette aslında tutarlılık çok önemli. Ama Cumhuriyet Halk Partisi bazen haklı çıktıkça çok üzülüyor. Örneğin bu dönem, önceki dönem Rize milletvekillerimiz ya da Rizeli milletvekillerimiz "Çayeli'nde bir heyelan tehlikesi var. Tedbir alınsın, felaket olur." dediler dediler.

Geçmişte bunu bizim çeşitli facialarda pek çok arkadaşımızın yaptığı gibi soru önergeleri verdiler, bir dakikalarda konuştular, gidip Çayeli'nde konuştular, dinletemediler.

Bugün sabah bir heyelan ve bir can kaybı haberiyle uyandık. Maalesef daha beterleri kapıda diyorlar. Allah esirgesin, çok korkarız. Ama bu konuda tedbir alınması gerekiyor. Çayeli'mize, Rize'mize geçmiş olsun. Hayatını kaybeden vatandaşımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına da başsağlığı diliyorum.

Şimdi gruptan her zaman beklentilerimiz oluyor. Zaman zaman kendi toplantılarımızda eleştirilerimiz oluyor karşılıklı ama bugün, bu bütçe görüşmeleri sürecinde, bu grubun bir hakkını vererek başlamak isterim. Geçtiğimiz aylarda hatırlıyorsunuz hayvan hakları yasasında itlaf vardı.

Yani al, götür, beklet. Bir ay iki ay içinde sahiplendiremezsen katlet. Buna karşı bu grup muhteşem bir direniş ve itirazla yasayı tamamen geri çektirmedi ama itlafı çıkarttı. Kamuoyunu güçlü şekilde duydu ve sesini duyurdu. Belediye başkanlarımız biz uygulamayacağız dedi.

AK Parti'nin o kötü tasarısının izleriyle zaman zaman canlar yanıyor ama o yasadan itlafı ve olumsuz pek çok yönünü geri çektirdiler. Devamında kadının soyadı meselesi büyük bir hak mücadelesi. Grubumuz orada kadın örgütlerini ve kadınları dinledi, büyük bir mücadele verdi. O düzenlemede geri çekildi, uygun hale geldi.

Gündemi ele almak için ya da yoksulluk, sıkıntı, işsizlik çekilirken başka şeyleri tartıştırmak için "İsrail Türkiye'ye saldıracak." Hadi bakalım akşam televizyonlarda elli çubuklu çok uzman kişiler.

Türkiye'nin F-16'ları, İsrail'in F-35'leri tartışmaları sırasında hadi bakalım savunma sanayi fonu. 70 milyar lira bu milletten bu yok zamanda para toplayıp bu aidatın, bu aidatın aidiyet üretmesini isteyen ve güvenlikçi politikaları yaşam pahalılığının önünde konuşulsun isteyen akla karşı bu grup televizyonlarda, basın toplantılarında, mecliste, kürsüde önemli bir itirazı ortaya koydu.

Kapalı grup toplantısında yalanı ifşa ettik, korkuyu ifşa ettik ve o tasarı da geri çekildi. Geçtiğimiz salı günü, buradan geçtiğimiz salı günü buradan şunu demiştim: Gruptaki milletvekillerimizin gözüne bakarak, arkamdaki grup başkanvekilinin, karşındaki grup başkanvekillerinin ve grubumuzun gözünün içine bakarak, bir yasa getirdiler.

Adı etki ajanlığı. Bu yasayla güya güya MİT, Türkiye'deki üçüncü ülkelerin, birinci ülkelere yaptığı operasyonlarda falan falan falan.

Gazeteci ajan, televizyoncu ajan, öğrenci ajan, siyasetçi ajan, her muhalif ajan. Dedim ki arkadaşlar: Kırmızı alarm ilan ediyoruz. Bu yasa geçmeyecek, geçmemesi için elden gelen ne varsa yapılacak. Grup mesajı aldı.

Burada bu talimata kararlı gözlerle, inançla, alkışla mukabele ettiler. Geçen hafta mücadele verildi, etki ajanlığı yasası geri çekildi. Hepinize yürekten teşekkür ediyorum. Hepinizle gurur duyuyorum arkadaşlar.

Şimdi derler ki: "CHP yazsın getirsin o zaman." Meramımızı nasıl anlatacağımızı, o yazıyı yazmak muhalefetin işi değil. Biz iktidara bütün eleştirilerimizi, uyarılarımızı yaptık. Tasarıyı hazırlasınlar. Ajana ajan desinler.

Efendim, "Üçüncü ülke, Türkiye üzerinden bombayla bir başka ülkeye gidecek. Yakalayınca sadece patlayıcı maddeden ceza veriyoruz."

Yazın oraya ne yazacaksanız. Ama MİT'in istediği veya devletin güvenlik güçlerinin istediği öğrenciyi, öğretmeni, öğretim görevlisini, siyasetçiyi, gazeteciyi tehdit etmeyen, kısıtlamayan, ajan demeyecek sadece bu durumu tanımlayacak maddeyi yazacak akıl, beceri, erdem, lügat bu ülkenin bürokrasisinde var.

Yazsınlar, alın getirin. Oturmaya, konuşmaya, düzeltmeye, en uygun hale getirmeye biz varız. Ama sakın ha sakın geçen haftakinde benzer bir metnin orasını burasını değiştirip aynı niyetle gelmeyin.

Kırmızı alarm kalkmadı. Sadece sarıya çevirdik. Gerektiğinde yeniden ilan ederiz. Aynı mücadeleyi tekrar veririz.

Dün Esenyurt'taydık. Cumhuriyet Halk Partisi tarihinde Merkez Yönetim Kurulu toplantıları bugüne kadar üç kez bir ilçe binasında yapıldı.

İlki memleketim Soma'da, Soma faciasının yıl dönümündeydi. Onuncu yıl dönümündeydi. İkincisiyle üçüncüsünü Esenyurt'ta yaptık. Üçüncüsünü dün Esenyurt'ta yaptık.

Üç hafta önce olduğu gibi yine Esenyurt'a gittik. Düzeltiyorum, iki hafta önce olduğu gibi yine Esenyurt'a gittik. İlçe binamızda, baba ocağımızda oturduk ve durumu gözden geçirdik.

Şunu hatırlayalım: Bir şafak operasyonuyla, her sabah 8'de belediyenin kapısından giren belediye başkanımız Ahmet Özer'in sabah 5'te evinin kapısına koçbaşlarını vurdular.

Korkuyla kapıyı açan eşini ittirdiler. Yatak odasına eşinin ricasına rağmen eşini almadan veya eşine Ahmet Bey'i uyandırma imkanı vermeden gittiler, Ahmet Bey'i yatağında, döşeğinde gözaltına aldılar. Sırf itibarsızlık için, sırf itibarsızlaştırmak için.

Elde diye, devletin kapısını, devletin kilidini balyozla kırdılar. İçeri girdiler, avukatlara almadılar. Yalan yanlış, saçma sapan, sahte mahfe deliller topladılar.

Çıktılar Ahmet Özer'i, o topladıkları güya delillerle tutukladılar. İtiraz ettik. Hep birlikte kampımızı iptal ettik. bütün grubumuzu, yöneticilerimizi, parti meclisimizi, MYK'mızı dört gün beş gün sadece Esenyurt'ta topladık.

Hep birlikte bir demokrasi darbesine, demokrasiye karşı girişilmiş siyasi bir darbe girişimine karşı ne yapmamız gerektiğini konuştuk.

Tabii o sırada Türkiye'nin sayılı ceza hukukçuları tutukluluğa itiraz dilekçesi yazdılar.

Dilekçe 40 sayfa, ekleriyle tuğla gibi. O dilekçeyi, o yazılmış, profesörlerin 40 yıllık kürsü birikimleriyle, 40 yıllık akademik birikimleriyle hazırladıkları o itirazları belki sınava girse ceza hukukundan 40 alamayacaklar 40 dakikada reddettiler 40 dakikada.

Okusa okuyamaz. 40 sayfa dilekçe dünya kadar ek ve okunamayacak sürede reddettiler.

Ret gerekçesinde şöyle söylediler: Her ne kadar çünkü çürütüyor ya bütün iddiaları bu böyle ise de bu böyle ise de, bu böyle ise de bunda tutukluluğa gerek yoksa da gizli tanık beyanları var.

Gerçi gizli tanık tutuklama gerekçesi tek başına olamayacaksa da tutukluluğun devamını. Gizli tanık nereden çıktı ya? Nereden çıktı? Ahmet Özer'i aldın sen, bir gün tuttun, hâkim karşısına çıkardın. Sordun, değil mi?

Sorduğu soruların içinde gizli tanık yok. Oysa sormayacak mı? Soracak. Gizli tanık diyor ki zaten diyor ki tutuklama gerekçelerinde bir şey yok.

Ama gizli tanık var. Yani o gün yalandan tutukladın. Bugün başka bahane buldun. Gizli tanık vardıysa o gün sorardın.

O gün yoksa demek ki önce tutukladın, sonra gizli tanık yarattın. Şimdi o gizli tanığın ifadesiyle güya iddianame yazacak.

İddianameyi yazması beklenen soruşturma savcısı iyidir kötüdür bir şey demiyorum. İstanbul'da hızlı iddianame yazmasıyla meşhur.

Efendim 200 sanıklı davaya dört günde iddianame yazmış. Gece gündüz çalışmış. Şimdi tek sanıklı dava oldu 22 gün. Daha iddianame ortada yok.

Çünkü iddianameye koyacak delil yok. Delillerin yaratıldığı bir sürecin adalet getireceğine kimse inanmaz.

Kimse böyle bir sürece inanmıyor ve AKP'ye ve MHP'ye kötü haberim şu ki, Esenyurt'a bir gidin, bir dolaşın bakalım.

Biz Esenyurt'u, Ahmet Özer Esenyurt'u yüzde 51 oyla kazandı. İki kişiden birinin. Bugün Esenyurt'ta yapılan farklı kamuoyu araştırmalarında en kötü sonucun olduğunda Esenyurt kayyuma, ki kayyum da dememek lazım.

O hukuki bir terim. İşgale yüzde 81 ile itiraz ediyor. Yüzde 81! Bir gidin, bakın bakalım Esenyurt ne konuşuyor ve biz Esenyurt'un yüzde 80 itirazı şu; Esenyurt'un yarısı Ahmet Özer'e oy vermiş, öbür yarısı vermemiş ya. Öbür yarısının da içinde olduğu beş kişiden dördü artık, beş kişiden dördü yanlış yapıyorlar diyor. Böyle olmaz diyor.

Ben diyor Ahmet Özer'e oy vermedim ama bu vakitten sonra bu adamın da hakkını yiyorlar diyor. Hodri meydan, hodri meydan. Koyalım Esenyurt'a sandığı soralım, doğru mu değil mi diye yüzde 80 ile, yüzde 90'la Esenyurt Ahmet Özer'in arkasında değilse biz hiçbir şey bilmiyoruz. Bir gidin sokağa dolaşın. Bizim iki hafta boyunca milletvekillerimiz, genel başkan yardımcılarımız, ilçe belediye başkanlarımız, Türkiye'den il ve büyükşehir belediye başkanlarımız, il başkanlarımız geldiler, gittiler. Her gün nöbetteyiz ve o nöbette sonunda iki büyük darbeye karşı Türkiye'de bir farkındalık oluşturdular.

Biri Ahmet Özer'e yapılan darbe sürüyor. Diğeri belediye meclis grubuna yapılan darbe o da sürüyor. Ama belediye meclis grubuna ve bu meclisin seçilmiş milletvekillerine yapılan saygısızlık nihayet geçen hafta uzun mücadelelerin sonunda ilçe yönetiminin, il başkanımızın, milletvekillerimizin, grup başkanvekillerimizin mücadelesiyle, genel başkan yardımcılarımızın mücadelesiyle nihayet barikatlar aşıldı. Binaya girildi. Odamız geri alındı. Odamız işgalden kurtarıldı ve şimdi soru önergesi verebiliyoruz.

Şimdi denetim faaliyeti yapabiliyoruz. Şimdi işgalcinin yapmadıklarını teşhir edebiliyoruz. Ama şunu unutmayın ki, Ahmet Özer çıkana kadar o belediyeyi bir vekil yönetecekse, o vekilin o grubun içinden seçilmesi lazım.

Haklarında hiçbir suçlama olmayan, cezaları olmayan milletin seçtiği koca bir Esenyurt Belediye Meclisi içinden bir yerine birini seçmesi yerine Tayyip Bey'in seçtiği birisinin Esenyurt'u yönetmesi tamamen aslında Tayyip Erdoğan için bir yenilmişliğin, bir tükenmişliğin, bir zafiyetin, bir acziyetin göstergesidir. Ben aday çıkardım, yarıştı. Esenyurt'u kaybettim. Hazmedemiyorum. Yerine bir kaymakamı vali yardımcısı yapıp bir günde oraya gönderiyorum. "Bana ne bana ne. Esenyurt'u ben yönetmek istiyorum." demek.

Bu milli irade düşmanlığının, bu mızıkçılığın, bu kendisini aciz içinde gösterme pahasına gözünü hırs bürümüşlüğün cevabını Esenyurt'tan alacaksınız. Nasıl? Sayın İmamoğlu'nun, Ekrem başkanın mazbatasını, helal mazbatasını iptal ettiniz de, millete gittiniz de, 45 gün sonra millet 13.000 farkla seçtiği İmamoğlu'nu bu sefer 806.000 farkla seçti ise Esenyurt'ta yapılacak ilk seçimde demokrasi tokatını alnınızın ortasına yiyeceksiniz.

Biz Esenyurt'u ilk günden beri bir dakika yalnız bırakmadık. Bir dakika. Bundan sonra da Esenyurt'u yalnız bırakmayacağız. Dün yaptığımız Merkez Yönetim Kuruluna göre kararlarına göre Esenyurt'ta nöbete devam edeceğiz.

Bundan sonra her iki günden birinde Türkiye'nin herhangi bir şehrinden bir ilimiz bütün seçilmişleriyle; il başkanı, il yönetimi, ilçe başkanları, ilçe yöneticileri, belediye başkanları, belediye meclis üyeleriyle birlikte Esenyurt'ta günlük nöbeti bir ilimiz tutacak.

Esenyurt halkıyla o şehrin dayanışmasını Esenyurt'ta sonuna kadar hissettirecek. İki günden birinde bu varken diğerinde de bugüne kadar her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Eksik kalmasın diye isim saymıyorum.

Tüm siyasi partilerin çok değerli milletvekilleri, il ilçe başkanları yöneticileri, genel başkanları dayanışmak için aradılar, sordular, tweet attılar, basın açıklaması yaptılar.

Böyle kürsülerden, grup toplantılarında ifade ettiler. Onları artık dayanışmalarını ifade ettikleri Esenyurt Belediyesi'ne, Esenyurt Belediyesi meclis grup salonumuza bu haftadan itibaren ağırlamaya başlıyoruz.

Hem tüm siyasi görüşlerden siyasileri, çünkü bunun partisinin yok. Hangi partiden olduğunun bir önemi yok. Mesele milletin seçtiğine devletin başındakilerin saygı göstermeyi bırakması. Kendilerine seçince milli irade baş tacı, başkalarından seçince milletin iradesi al aşağı yerine kondurur bir başkasını.

Buna direnmek için tüm siyasi partilerle birlikte olacağız. Ayrıca sanatçılarımız, okur yazar, çizer ve bu ülkede düşünen, karikatür çizen, kitap yazan, köşe yazan, şarkı besteleyen, resim yapan herkes bize dayanışma için gelmek istediler.

O hengamenin içine onları davet etmemiştik ama şimdi Esenyurt'ta tüm sanatçılarımızı, tüm yazarlarımızı, gazetecilerimizi, düşün insanlarını Esenyurt'ta bekliyoruz.

Ayrıca önümüzdeki pazar günü 81 il başkanımız Esenyurt'ta olacak. İl başkanları toplantımızı yapacağız. Ayrıca bir tam gün 81 il başkanımızla Esenyurt'un 43 mahallesinde il başkanımız hemşehrileri nerede çoksa oraya koşarak yetişerek her mahallede iki il başkanının bulunduğu, milletvekillerimizin bulunduğu mahalle toplantılarıyla yani tartışmayı, mücadeleyi, demokrasiye sahip çıkan iradeyi Esenyurt meydanından, belediyenin önünden Esenyurt'un 43 mahallesine taşıyoruz. Bu mücadeleyi hep birlikte vereceğiz.

İlçede aksayan hizmetleri anlatmaya, Ahmet Özer görevdeyken başlattığı o mahalleyi ilgilendiren projenin nasıl durdurulduğuna, kayyumun gelip de nasıl Esenyurt'ta hizmet etmek için ama iyaleye girmiş ama eskiden sözleşmesi devam eden şirketleri durdurduğunu, çalıştırılmadığını, Esenyurt'un nasıl hizmet almadığını ve kayyumun nasıl Esenyurt'u zaten zor durumda olan 2019'a kadar çok güçlük çekmiş olan Esenyurt'u nasıl paçasından aşağıya çekmeye çalıştığını da hep beraber anlatacağız.

Esenyurt üzerinden iki teşekkürüm var. Birisi Esenyurt'ta görev yapan milletvekilinden tüm yöneticilerimize kadar hepsine. Büyük provokasyonlar oldu. Kanunsuz emirler verildi. Milletin vekilinin önüne devletin, hatta bu milletin evlatları olan devletin polisini diktiler. Milletvekillerimizden rica etmiştim, örgütümüzden, bu kürsüden.

Demiştim ki o polislerin her birisi bir eş, bir ana, bir baba, bir evlat, bir kardeş. Eve gittiklerinde onları mahcup edecek bir muameleyle karşılaşmasınlar. Sakın ha sakın bir polisimizi incitmeyin. Ve bugün dün il başkanımıza söyledim.

Esenyurt ilçe emniyet müdürüne sordu. Bu sürede bir polis incindi mi? İncinmedi dediler. Ayrıca o kadar yüksek tansiyona, o kadar zor şartlarda çalışmaya, uykusuzluğa, kumanyaya mahkum günlerce süren göreve rağmen poliste bize karşı verilen onca kanunsuz emri gösterirken evet engelledi, kanunsuz işlere alet edildi ama bize karşı bir saygısızlık yapmadı.

Ben bu milletin vekillerine de, bu milletin polislerine de yürekten teşekkür ediyorum. Bu konuda son sözüm şu: Ahmet Özer suçsuzdur.

Ahmet Özer hakkında uydurma deliller ona yapışmaz. Ahmet Özer Tayyip Erdoğan'ın her bayram kartı. Cemil Çiçek'inden Süleyman Soylu'suna hoca gel bize bunu anlat deyip bu mecliste meclis başkanı Cemil Çiçek'in komisyonda Anayasa Komisyonu'nda 3 saat dinlediği, Süleyman Soylu'nun çağırdığı, Şehircilik Bakanlığı'nın çağırdığı dönemin Van Valisi, şimdinin İçişleri Bakan Yardımcısının kitap yazdırdığı bölgenin sorunlarıyla ilgili bir bilim adamına, bir akademisyene ne terörizm yapışır, ne ona suçluluk yapışır.

Bunun için biz başkanımızın arkasındayız. Ahmet Özer serbest kalacaktır. Ahmet Özer mahkemede aklanacaktır. Ahmet Özer kumpasları aşacaktır, görevinin başına dönecektir. Başkanımızın arkasındayız.

Tabii CHP'nin başkanları halka hizmet için her şeyi göze alınca kötü şeyler de yaşanmıyor değil. Dün Tahsin Erdem Zonguldak Belediye Başkanımız bir pazar yeri, o ister pazar yerini köylüler kullansın, pazarcılar kullansın, evine ekmek götürmek isteyenler kullansın. Tabii belediyeyi devraldığımız yer belli. Pazar yerleri verilmiş mafyaya.

Bizimkiler mafyayı, çeteyi sokmayıp pazarcıyla direkt ilişki kurunca dün makam odasında sözlü saldırı, fiili taarruz, çok kötü bir şey olmadan engel olunudu. Ama buradan Tahsin Erdem'in şahsında 414 belediye başkanımıza diyoruz ki bu milletin hakkını savunmak için çeteye de, mafyaya da her türlü kirli ilişkiye karşı da siz böyle durun, dimdik ayakta durun.

Atatürk'ün partisi dimdik arkanızdadır. Biraz önce ifade ettim. Bugün mecliste bir konuk var. Bir misafir. Dışarıdan geliyor, aslında artık gelmemesi gerekiyor.

Sağlık Bakanı. Bir yanda nasıl bir çelişkidir, ne hazin bir tesadüftür ki bir yanda yeni doğan çetesi İstanbul'da yargılanıyor, bir yanda Sağlık Bakanı gelmiş Plan Bütçe Komisyonu'nda bir yıl boyunca sağlığı nasıl yöneteceğini, hastaneleri nasıl yöneteceğini, yeni doğan ünitelerini nasıl yöneteceğini anlatıyor, onunla ilgili bütçe istiyor.

Milletin parasını kullanmak için milletin vekillerinden yetki almaya gelmiş. O sağlık bakanı ki bakan olduğu günden 2016 yılından bakan olduğu güne kadar 8 yıl boyunca İstanbul'da il sağlık müdürü. Onun döneminde yaşanıyor ne yaşandıysa.

İhbar geliyor, dört ay çocuklar ölüyor, bunlar gözlüyor. Sonra geçen sene pardon bu sene Mart-Nisan'da gözaltılar yapılıyor. Ama hastanelerin sahipleri o kadar hatırını kişiler ki, o kadar bizimkilere yakın kişiler ki, o kadar dokunulmaz kişiler ki o hastanelere çocuklar yatırılmaya devam ediyor. O hastanede buzdağının görünen yüzüne operasyon yapılıyor.

Eylül'e kadar duruyorlar. Bu çetenin başındakiler o kadar şımarmışlar ki bu ayrıcalıklı muameleden gidiyor savcıyı tehdit ediyor.

Bizimkileri salmazsan, bu dosyayı kapamazsan diye tehdit edince savcı beyin canına tak ediyor. Yeni bir operasyon başlatıyor. O operasyon sayesinde öğreniyoruz ki yıllar önce ihbar, aylar önce tutuklama, ihbardan sonra bile çocuk ölümleri ve o hastanelere el kadar bebekleri emanet etmeye devam eden bir sağlık sistemi.

O sürecin Sağlık Müdürü bugün gelmiş, "Ben Sağlık Bakanıyım." diyor. Plan Bütçe Komisyonumuz ona patik gösterdi. Ona zıbın gösterdi. Ona emzik gösterdi. Çocuğunun altına hiç bağlayamadığı zıbınları, hiç giydiremediği patikleri, hiç üstünde yatmadığı küçücük yastıkları gösterdik. Onun ve onun zihniyetinin yarattığı büyük acı.

Evlerde o beşikler, o yataklar boş duruyor. O zıbınlar, o yastıklar boş duruyor. 18 sene sonra bir mucize, bir çocuğu olmuş. O çocuğu da gitmiş, o çete öldürmüş, o evde o duruyor.

Halen daha da bu gelmiş, Plan Bütçe Komisyonu'nda milletin vekillerinin gözünün içine bakıp kendisine bakan muamelesi yapılmasını bekliyor. Arkadaşlarımız onun gözüne baktılar, istifa çağırdılar, onun konuşmasında orayı terk ettiler. O istifa edilecek, o hesap verilecek, o güne kadar da kimse bunların yüzüne bakmayacak.

Ar, onur, namus varsa bakansın ya, soruşturma sürüyor. 47 sanık var, bir tanesi devlet memuru değil. Bir tane kamu görevlisi yok. Niye? Kimi koysa o üstüne işaret edecek. İkinci, üçüncü ifadede beyefendi kabak gibi ortada kalacak.

Sağlık müdürüsün sen. Sen kendini savunursun. "Efendim biz ne yapalım? Bizi de buraya attılar." Hastanelerinde yeni doğan ünitelerini çeteler kiraladılar. E sen bu sistemin içinde en önemli çarksın. Sen orada durursan bu yargılama sürmez.

Onu orada zaten o yüzden tutuyorlar. Nasıl Soma davasında en sorumluları vermediler ki iş yukarıya doğru gitmesin diye, bunu da orada tutuyorlar. Ama ne olursa olsun bu millet gördü, hepimiz görüyoruz ki bu iktidarın uygulamaları ne yeni doğana, ne çocuğa, narine, ne kadına, surdan atılan kardeşlerimize, ne sokaktaki canlara, ne yoksullara, ne gençlere hiç kimseye iyi gelmemektedir. Bu iktidarın gitmesi

Türkiye'nin yüzünün gülmesinin tek şartıdır, ön şartıdır. Tabii bu dönemki kabine gerçekten gerçekten evlere şenlik diyeceğiz ama şenlik demek ağlanacak halimize gülmek olur. Bir Milli Eğitim Bakanı var. İsminin başında milli kelimesi olan bir bakanlığı yönetiyor. Çıkmış canını kurtarmak için siyaseten anayasanın ilk dört maddesi değiştirilmemesi gereken ve üzerinde yüzde 90 mütabakkat olan ilk dört maddesinden laiklik ilkesine, o dört maddeyle korunan laiklik ilkesine Batman'da elinde mikrofon dümdüz saldırıyor.

Hafta sonu yalanlarla, iftiralarla tarihi eğip bükerek laiklik ilkesi üzerinden Cumhuriyete, kurucu kadrolara, bizzat Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e saldırmıştır. Vay efendim, o dönem camiler kapatılmış. Neymiş?

Camiler ahıra çevrilmiş. AK Parti'nin 22 yıllık kutuplaşma siyasetinde uydurduğu, kullandığı ne kadar yalan varsa hepsini birden bir cümlede kullanıp aman bir gerginlik çıkarayım, bir kavga çıkarayım. Arkam boşaldı, bizimkiler de beni eleştiriyor, arkamı toplatayım, CHP'yle karşı durunca bana sahip çıksınlar diye aklıca uyanıklık yapıyor, şeytanlık yapıyor.

Bu safsatalara verecek yanıtların hepsi verildi. Verilmeyecek yanıt yok. Bir tek şeyi bilsin; laiklik din düşmanlığıymış da, yok camiler ağır olmuş da. Eğer o anayasayı yapanlar, bu ülkeyi kuranlar, başta Gazi Mustafa Kemal olmasaydı o camilerde şimdi ezan okunmuyordu arkadaş.

Bakanlığı döneminde eğitimde fırsat eşitliği yerlerde sürünen, öğrencileri okulda aç bırakan, milli eğitimi vakıf dernekler adı altında tarikatlara yönettiren, onlara peşkeş çeken bir bakanla karşı karşıyayız.

Yusuf Tekin, sen öğrencilerin yüzde 31'i kahvaltı yapmadan okula giden bir Milli Eğitim Bakanısın. Sen öğrencilerin yüzde 25'inin okulda en az bir kez "Birinin elinde bıçak gördüm." dediği bir dönemde Milli Eğitim Bakanısın.

Sen öğrencileri kantine gidince tost alamayan, iki günde bir tost alsa ya da bir tostu ortadan ikiye bölüşse yanında ayran içemeyen öğrencilerin Milli Eğitim Bakanısın. Sen okullarda öğrencilere yemek dağıtma sözünü seçimden sonra unutan, "Yemek dağıtalım." dediğimizde biz Türkiye'deki okullarda öğlen üç kap sıcak yemek verelim, çorba verelim, temiz su verelim dediğimizde o kapıları bize kapatan inat uğrunda öğrencileri aç bırakan, kötü suya muhtaç bırakan bir Milli Eğitim Bakanısın.

Öğlen okulları pislik götürürken bütün yaz durup durup durup okullar açılınca o pisliği görünce "30 bin eleman almak lazım." diye başvuruda bulunup o sırada Cumhuriyet Halk Partililer tuvaletleri, okulları, her yeri temizlemek için el uzatınca kamera olmadan, rozet takmadan "Gitsin belediyelerimiz ne gerekiyorsa yapsın." dediğimizde çocukları hastalığa, pisliğe terk edip inadından o okulları seçilmiş belediye başkanlarına kapatan birisisin.

Bak, CHP ne ahır yaptı , ne cami kapattı. Köyde cemaat yokken cepheye, camileri, ezanı, bayrağı, milleti kurtarmak için giden cephaneler akşam ıslanmasın, cephede tutuklu yapmasın diye camide barındırılan, köyde cemaat yok, hepsi hepsi cephede çarpışırken o camideki barındırılan mühimmata "Camileri ahır yaptılar" diyen, o mühimmatın etrafındaki düşen samanı görüp ahır yaptılar diyen o samanları söyleyen, o samanının üstündeki Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün cephesine yetiştirilen mermilerin ne kadar kutsal olduğunu görmeyen, bunun üzerinden bu utanç yalanlarını atanada diyorum ki biz cami imami kapatmadık. Ama cami kapatmanın bir günahı varsa bu senin yaptığıın bu çocukları aç bırakmanın, hasta etmenin bin günahı var, milyon günahı var.

O yüzden bu hadsizliğin, bu hadsizliğin, bu küstahlığın bu söylediği sözlerle siyasi zeminde laf yetiştirmek yerine bunun bunu niye yaptığını görmek lazım.

Bunun derdi bu tartışmayı başlatayım. Özgür Bey'le Tayyip Bey'in arasında cami polemiğini başlatayım, laiklik tartışması başlatayım. Ben bu rezillikler konuşulmadan kenarda durayım, bakanlığı sürdüreyim. Bu Türkiye Cumhuriyeti'nde hatta bu AK Parti döneminde ne bakanlar geldi ne bakanlar gitti, AK Parti'ninkilerin içinde çok kötüler vardı ama bu kadar kötüsü, bu kadar vicdansızı, bu kadar beceriksizi gelmedi arkadaş. Bir başka hesap.

Aynı hesap aynı taktik. Birazdan söyleyeceğim. Bu ülkede bu iktidar 22 yıl sonra kutuplaştırma siyasetinin ekmeğini yiyemediği bir dönem yaşıyor.

Bu ülkede bu milletin milletvekilleri bu iktidar geldiğinde asgari ücretin alım gücüyle 8 çeyrek altın, 7 çeyrek altın, bugünkü alım gücü 3 çeyrek altını 81 ilde 973 ilçede pazar pazar, kapı kapı anlatıyorlar. En düşük emekli maaşında da aynı hesabı anlatıyorlar, öğrenci kredisinde de.

Asgari ücrete zam talebini her yerde konuşuyorlar. Biz bu ülkenin gerçek sorularını ve nasıl çözüleceğini söylerken Tayyip Bey'e şunu söylediler. Şunu söylüyorlar; değilse yalanlasın.

Eğer 1,5 ay önce, 2 ay önce, 2,5 ay önce anket yaptırdık; toplumda kutuplaşma düşüyor. CHP seçmenle konuşuyor. CHP polemik'e girmek yerine kavgayı ekmek kavgasına, işsizlik kavgasına, yoksulluk kavgasına döküyor.

Çeperler inceldi, bizim seçmen CHP'nin taahhütlerine, tespitlerine kulak veriyor. Mutlaka gerginlik üretmelisin. Normalleşme denen CHP'nin millete saygılı dilini bitirmelisin. Bunu onlara sonlandırmalısın dedi diye.

Çıktılar hiç olmayacak zamanda her türlü gerginliği üretmek için alarma geçtiler alarma. Sokak röportajı yapan bir hanımefendiyi olmayacak maddeden alıp hapishaneye attılar. Olmayacak hakaretlere başladılar. En nihayetinde teğmenler...

Harp Okulu'ndan mezun oluyorlar. Deniz Harp Okulu, Kara Harp Okulu ve Hava Harp Okulu. Tarihte ilk kez üçünün de, üçünün de birincisi genç kadın teğmenler.

İşte size bir Cumhuriyet hikayesi. Başta hatırlarız, bu meclise dört tane de ittifak ortağı soktular. "Kadınlar sahiplendirilmeli sokak köpekleri gibi" diyen, kadınların okumasına karşı çıkan, kadınların araba kullanmasını yasaklamayı planlayan Atatürk'e düşman, Vatana düşman, millete düşmanları buraya taşıyanlar o üç kadının birinci olmasını zaten hazmedemediler.

Yetmedi o teğmenler ki geçen seneye kadar yönelgede var. Kılıç çekiyorlar, yemin ediyorlar ve Atatürk'ün askerleriyiz diye bitiriyorlar. Bu törende... işte bu törende, bu törende sizin gibi "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" dediler diye teğmenlere ilk önce hiçbir şey olmadı. Bir şey olmadı. Sonra biraz önce söylediğim o Hizbullahçı kafa, o gerici kafa ve onun AK Parti'ye sirayet etmiş çeşitli uzuvları harekete geçtiler.

Sekiz gün sonra Tayyip Erdoğan sekiz gün önce elini sıktı, selamını aldı, hatırını sordu, şakalaştı, madalyasını taktı, hediyesini verdiği o birinci teğmen başta olmak üzere o kadın teğmeninimiz başta olmak üzere döndü, hepsine saldırmaya başladı.

Sonra soruşturmalar, birtakım haberler hepsini atalım diyenler, darbeci diyenler bilmem ne yapanlar. Suç güya emre itaatsizlik, disiplinsizlik, esas karın ağrısı, Mustafa Kemal'in askerleri olması. Şimdi bir kez daha soruyorum; güya Mustafa Kemal'in askerleri deyince bu darbecilik oluyormuş muş?

28 Şubat oluyormuş muş? 28 Şubat'ta Mustafa Kemal yok arkadaş. Mustafa Kemal 10 Kasım 1938'den beri buramızda.

Peki bu teğmenler Mustafa Kemal'in askerleriyiz demeyecek de Trikopis'in askerleri mi diyecekti? Sizin gibi "Keşke Yunan kazansaydı" diyen senin hocan gibi mi diyecekti.

O yüzden meseleyi 28 Şubat'a, 25 yıl, 30 yıl geriye götürmeye çalışanlara diyorum ki bu mesele 28 Şubat'lık mesele değildir.

Sizin hazımsızlığınız, "Keşke Yunan kazansaydı" diyen, "Atatürk'ün heykelleri köpek leşi gibi yerde sürüklenilsin" diyen fesli deli kâdir'in anlayışına ortaksanız bilelim, yoksa siz de şunu bilin; Mustafa Kemal'in askerlerinden bu millete hiçbir zaman zarar gelmedi, gelmez.

Ama 15 Temmuz günü gördük Fetullah Gülen'in askerleri ne yaptı bu ülkeye. O yüzden 14 yıl önce Balyoz kumpasında biz bu ülkeye kumpas kuruldu derken biz Silivri Cezaevi'nde, Hasdal Cezaevi'nde bugünkü Genelkurmay Başkanı'nın, bugünkü Milli Savunma Bakanı'nın devrelerini, arkadaşlarını, silah arkadaşlarını ziyaret ederken o gün o kumpası kuranlarla ülkeyi bugün yönetenler etle tırnak gibiydiler.

Ne istediyse veriyorlardı. Savcıya yetki de veriyordu, zırhlı araç da veriyordu. O da orduyu eziyordu. O günden bugüne bu ordu hem Hava Kuvvetleri'nde, hem Deniz Kuvvetleri'nde, hem Kara Kuvvetleri'nde ne kadar kan kaybetti ise bir mümessili geçen geçtiğimiz haftalarda ölen ve şimdi hesap veren Fethullah Gülen ise diğer müsebbibi de bu işin Fethullah Gülen Cemaati kadar onların önünü açan, onların yolunu açan, her makamı onlara veren Recep Tayyip Erdoğan'dır.

Bunun için AK Parti'nin ve MHP'nin kıymetli seçmenlerine diyorum ki bulduğunuz her AK Parti yöneticisine, bulabilirseniz meydanda, sokakta AK Parti'nin milletvekillerine ulaşabildiğiniz herkese söyleyin. Bu yol, yol değil. Bir kez gittik, bu memlekete felaketi yaşattık.

Sadece anlı secdeye değiyor diye, ki orada da takiyye yapıyordur o, sadece anlı secdeye değiyor diye birtakım cemaatlerin, tarikatların önünü açıp, liyakate değil, sadakate bakanlar, bu ülkeye felaketi yaşattılar.

Onun için Mustafa Kemal'in askerlerine, onun teğmenlerine sahip çıkmak bu milletin askerlik kadar kutsal vatan borcudur, millet borcudur.

Şunu diyorlar: Aman, bir şey yapın! Milli Savunma Bakanı'yla görüşün. Görüşmediğimizi kim biliyor? Dün yazmış biri: "CHP, Milli Savunma Bakanı'ndan randevu almalıdır." Yankı Bağcıoğlu, emekli tümamiral, benim genel başkan yardımcım, üç kez, üç kez, ikisi yüz yüze, bir tanesi telefon üzerinden görüşme yaptı

Sayın Yaşar Güler'le. Hepsini atılacak noktadan, güya buralara Sayın Yaşar Güler'in ve teğmenlerin atılmasını doğru bulmayanların mücadelesiyle gelinmişmiş.

Mesele o değil. Mesele, bütün teğmenleri atmak ya da bir tek teğmeni atmak. Bütün mesele şudur: Oradaki iyi niyeti görmeden, oradaki gençlik heyecanını görmeden, oradaki atanmışlığı, oradaki adanmışlığı görmeden, o ilk günün heyecanından bir darbe yapılanması çıkarmak siyasi hesaptır, kötü ve siyasi hesaptır.

Oradaki çocukların yaşında Yaşar Güler de oldu. Bugünkü kuvvet komutanları da...

Teğmen, teğmen rütbesini taktığı gün, Genelkurmay Başkanı olmayı hayal eder. Atatürk'ün, Atatürk'ün ordusunda, Atatürk'ün teğmenlerinin hedefi, eninde sonunda bu millete en üst noktalarda hizmet etmektir.

O teğmenlik heyecanıyla, geçen seneye kadar okunan, bakın bu sene de Recep Tayyip Erdoğan'ın katıldığı bordo berelerin mezuniyet töreninde okunan, neden?

Yönergeyi karada, havada, denizde kaldırmışlar, bordo berelerde unutmuşlar. Okunuyor, o da dinliyor, alkışlıyor. Yemin, aynı yemin. Yeminde yanlış bir şey yok.

Yemini yapan teğmenlerin hiçbir kötü niyeti yok. Ama bir fırsatçı ordusu var ki, Mustafa Kemal'in ordusuna, geçmişte Fethullah Gülen'in ordusunun içine enjekte eden zihniyet şimdi Mustafa Kemal'in teğmenlerini alıp, yerine yine hastalıklı hücreler yerleştirmek istiyor.

Onun için bu millete şunu hatırlatırım: Bu disiplin kurulu, sarıklı amirali aylarca bekleyip, emekliliğe kaçırıp, bütün haklarını almasına, ceza almadan kurtulmasına sebebiyet veren disiplin kuruludur. Bu disiplin kurulu ne yapıyorsa, Recep Tayyip Erdoğan'ın Milli Savunma Bakanı üzerinden ilettiği talimatlarla yapıyordur.

O yüzden buradan bir kez daha tüm milletimize sesleniyoruz. Hepinizin evladı var. 23 yaşında, 22 yaşında, gencecik çocukların 100 yıldır devamlı yapılan o ritüele, mezun olduğunda en büyük hayali onun, kılıç çekmek ve o yemini yapmak.

Geçen seneye kadar yapmışlar. Bu sene de yapmak istiyor. Öğretmenlerine gidiyor, komutanlarına gidiyor, "Biz de yapalım." diyor. Efendim, yap diyen varmış, yapma diyen varmış, tamamı yalanmış. O çocuklar, komutan diyor ki: "Mikrofondan yapamazsınız, resmi törende yapamazsınız." Bir kenarda, bir köşede, törenden sonra yapıyorlar. Bunu ihraç etmek, bu çocukları, ya okul birincisini, bu okul birinciliği, derste iyi olacak, yabancı dilde iyi olacak, sporda iyi olacak, atıcılıkta iyi olacak, disiplinde iyi olacak, her şeyi dört dörtlük olacak ki birinci olacak.

Kolay mı yetişti? Kolay mı yetiştirildi? Okul birincisini, en liyakatlisini, kendince mülakatta eliyor, mülakatta.

O yüzden milletimize diyoruz ki: Biz bu teğmenlere sahip çıkacağız. Yok, attılar. Geçmişte de sahip çıktık, bundan sonra da sonuna kadar sahip çıkarız. Seneye, 2 seneye, 3 seneye iktidar olunca böyle haksızlıkla atılan kim varsa onu biz geri alırız. Ama bu arada geçen süre, bu arada geçen süre, meslekte onlara çok şey kaybettirir, devrelerinin çok gerisine düşerler.

Yoksa şunu söyleyeyim... Recep Tayyip Erdoğan, atma, yapma, kul hakkına girme.

Ama girersen, günü geldiğinde şu yemin törenini göreceksin. O kararı verenler, o karara sessiz kalanlarla, atılan değirmenlere hep beraber kılıç töreni yaptıracağız. Sonra o karara sessiz kalanların hepsini emekliye yollayacağız.

Şimdi, yeni yıl geliyor ve yeni asgari ücret belirlenecek. Ben pazar günü, hepinizle beraber eş zamanlı, ben de İstanbul'da Yenibosna'da, kazanmadığımız bir belediyenin, Bahçelievler Belediyesi'nin Yenibosna semtinde, oldukça yoksulların yaşadığı bir pazar yerinde, vatandaşla pazarda konuştum.

Dert dinledim ve sizin gibi, bir dokundum, bin ah işittim. Bir dokunduk, bin ah işittik hep birlikte. Ve maalesef, pazarda en büyük beklenti, asgari ücretliler diyor ki: “30, hedefimiz 30, altında biz yokuz.” dediniz, hepimizin gönlüne girdiniz.

Ama bize bunu vermeyecekler. Çünkü koro halinde televizyonlardan şunu söylüyorlar: “Asgari ücret artarsa, enflasyon da artar.” Bu dünyanın en büyük yalanı.

Bu, büyük bir kandırmaca, büyük bir haksızlık. Merkez Bankası'nın kendi verilerinde var. Artan ücretin enflasyona etkisi yüzde 8.4. Ortalama onda bir. Onda dokuz başka etkiler var. Sen üstüne düşeni yapmayacaksın, bu işin sorumlusu yüzde 8.4'lük artış diyeceksin ve millete, o yüzden biz asgari ücrete zam veremeyiz, az vereceğiz diyeceksin.

Sen Temmuz ayında asgari ücrete ne verdin? Sıfır. Ne oldu Temmuz enflasyonu? Ne oldu Ağustos enflasyonu? Eylül, Ekim... Demek ki asgari ücreti durdurunca enflasyon durmuyor.

Hızla artıyor. Onun için bu büyük yalana asla ve asla teslim olmayacağız. Ayrıca, enflasyonun altında, yani gerçekleşen enflasyon değil hedef enflasyon, beklenti, hükümetin beklentisi olan enflasyonda zam vermek.

Tayyip Erdoğan'ın yemini var. "Ben emeklimi, memurumu, asgari ücretlimi enflasyona ezdirmeyeceğim." diye. Bakın eğer, gerçekleşen enflasyon değil, hedef enflasyonla asgari ücret arttırılsaymış. Bunu bu sabah okudum, TEPAV çalışmış, TEPAV. Resmi raporu var.

Asgari ücret bugün 6800 lira olurmuş. Yani sen asgari ücrete hak ettiğini vermiyor ama, gerçekleşen TÜİK enflasyonunu veriyor.

O da haksızlık yaratıyor. Ama bunlara şimdi “TÜİK'i de vermeyelim, hedefimizi verelim” diyor ya. Öyle yapsalarmış, bugün 6800 lira olacakmış, 17.000 olan asgari ücret.

Yani planın ne kadar kirli, ne kadar kötü niyetli ve ne kadar haksızlık üretecek bir plan olduğunu görmek açısından son derece önemli. Sen KDV'yi arttır, ÖTV'yi arttır, elektriğe zam yap, doğalgaza zam yap, vergiye zam yap, devletin belirlediği her şeye zammı yap, asgari ücretliye gelince, “Sana zam yaparsam enflasyon artar.”

Böyle bir şey yok, bunu kesinlikle kabul etmiyoruz. Ve biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak şunu öneriyoruz: Bir, asgari ücret 30.000 lira olmalıdır. İki, bu asgari ücret artışından esnaf, küçük esnaf ve KOBİ mutlaka korunmalıdır.

Nasıl yapacağız? Vergi mevzuatına hakim, sosyal güvenlik mevzuatına hakim arkadaşlar sıkı ve güzel bir çalışma yaptılar.

Teklifimizi sunacağız. Bir kere mevcut asgari ücret desteğinin kapsamı genişletilerek yararlanma şartlarındaki üç sınır bir buçuk katından iki katına çıkarılmalıdır.

Asgari ücret ve iki katına kadar ücret ödeyen iş yerleri için prim gün sayısında sadece cari ay dikkate alınmalı, geçmiş ile karşılaştırma yapılmamalıdır.

Ve somut önerimiz olarak: Bir iş yerinde 1 ila 10 çalışan varsa, kendisine şu anda 700 lira sigorta prim desteği ödeniyor, 700 lira. Bizim yeni çalışmamıza göre yanında, bir tane kalfa çalıştıran berberi... 30 bin lira asgari ücret, onlar işte 21 verecek, 23'e çıkacak diyenler var, CHP'nin yarattığı baskıyla. Aradaki fark esnafın sırtına gitmesin diye, yani yanında bir kalfa çalıştıran berbere, ya da iki tane teknisyen çalıştıran eczacıya, üç tane garson, bir bulaşıkçı, bir aşçı çalıştıran esnaf lokantasına, kebapçıya… Yani on sigortalıya kadar verilen desteği 6000 liraya, sigortalı başına. 10-50 çalışan için 3000 liraya. 50-100 çalışan için 2000 liraya. 100'ün üzerinde işçi çalıştıran iş yerleri içinse aylık 1500 liraya çıkarmayı öneriyoruz.

Bu önerimiz, toplam maliyeti 250 milyar lira, 300 değil. Oysa, asgari ücret artışından dolayı toplamda, bütün sistemden, o en zenginlerden, devasa fabrikalardan, en karlı yerlerden alınanlarla birlikte devlete gelecek SGK prim avantajı zaten 1 trilyon lira. Yani aldığının dörtte birini verse bu iş, berbere, kadın kuaförüne, bakkala, küçük marketlere, efendim on kişiye kadar eleman çalıştıranlara hiç dokunmuyor.

Küçük KOBİ'lere neredeyse hiç dokunmuyor. Büyük fabrikalara da bir miktar karşılanıyor. “Ee bu kadar kazanıyorsun kardeşim, bir miktarını, önemli bir kısmını da sen vermelisin” deniyor.

Bu, asgari ücrette 6'şar bin liralık prim desteği sağlanırsa, bu ülkede herkesin birden yüzü gülecek. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bütün Türkiye'de söylediğimizi bir kez daha söylüyoruz.

Burada bütçe görüşülüyor, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde. Biz emekliye, asgari ücretliye, esnafa, memura, çiftçiye ve öğrenciye bütçe istiyoruz.

Emeklilerin geçim hakkıdır. "Emekliye bir asgari ücret şarttır. En düşük emekli maaşı, asgari ücrete yükseltilmelidir." diyoruz.

Ve asgari ücretle ilgili talebimiz 30. "Bunun altında biz yokuz" diyoruz. Tabii şunu da söylemek lazım; Sosyal Güvenlik Kurumu'nu olur olmadık yalanlarla, “Siz batırdınız falan” diyenlerin SGK'yı getirdiği durum ortada. Prim tahsilat verimliliği diye bir şey kalmadı.

Bakmadan Geçme