Saadet Partisi Genel Başkanvekili Arıkan'dan İdam Çağrısı! Çocuk Cinayetleri İçin İdam Gelsin

Saadet Partisi Genel Başkanvekili Arıkan: 'Cinayet ve özellikle çocuk cinayetleri için çerçevesi çok net şekilde belirlenmiş bir kapsamda idam cezasını yasalaştıralım'

Saadet Partisi Genel Başkanvekili Mahmut Arıkan, özellikle çocuk cinayetleri için idam cezasının yasalaştırılması gerektiğini söyledi.

Diyarbakır'da kaybolduktan 19 gün sonra cansız bedeni bulunan, amcası ve cesedi dereye gömen bir kişinin tutuklu bulunduğu Narin Güran cinayetinin ardından kamuoyunda idam cezası yeniden dillendirilmeye başlandı.

Vatandaşların yanı sıra siyasiler de idam cezasının yasalaşmasıyla alakalı peş peşe açıklamalarda bulunuyor.

Saadet Partisi genel Başkanvekili Mahmut Arıkan, parti il binasından düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunurken Türkiye'yi yasa boğan Narin Güran cinayetine de kayıtsız kalmadı.

Arıkan, açıklamalarında şunları dile getirdi;
“Bugün 11 Eylül 2024; tarihin akışı içinde önemli bir kırılmaya sebep olan ABD' deki ikiz kulelerin vurulmasının 23. yıl dönümü. Bağdat'a, Felluce'ye ve daha nice şehirlere atılan bombalar dün yaşanmış gibi hâlâ aklımızdadır hâlâ vicdanımızı kanatmaktadır.
Derler ki 'kuzuyu yemeye karar veren kurt için, suyu bulandırmak basittir'. ABD'nin yapmış olduğu tam olarak budur. Evet! 11 Eylül Olayları, Siyonist Batı Bloğu için bir anahtar koz vazifesi görmüştür. Dinamizmini, makam ve servet düşkünü yerel politikacılara borçlu olan bu blok; 11 Eylül'de katlettikleri yüzlerce masum insan ve sonraki çeyrek asırda katledecekleri milyonlarca insan için bu anahtar kozu kullanmışlardır.

Savaş ve terörü lezzet alarak gerçekleştiren bu zihniyet, vaat ettikleri gibi onlarca İslam ülkesinin haritasına müdahale edemese bile büyük ölçüde iç işlerini kontrol altına almıştır.

EMPERYALİZM VE SİYONİZM BUGÜN HALA EN BÜYÜK TEHDİTTİR!

İlk gününden itibaren uyardığımız gibi yine uyarıyoruz: Büyük Ortadoğu Projesi'yle coğrafyamız üzerindeki emellerini idealleştiren emperyalizm ve Siyonizm bugün hala en büyük tehdittir. 11 Eylül sadece bir başlangıçtır. Bugün hala Filistin'de yaşanan trajedi de bu zihniyetin eseridir. Biz 1969'dan beri haykırıyoruz; D8 ve D60'la Batı bloğunun anlayışını büsbütün çökerteceğiz. Dünyaya “Yeni Bir Dünya” ilkesini kardeşçe tekrar biz getireceğiz.

1980 DARBESİ!

Eylül ayının maalesef bizim için başka anlamları da var. Eylül denilince, ülkemizde 1980'den bugüne akıllara hemen 12 Eylül gelir. Siyasi tarihimizin kara lekelerinden biri olan 12 Eylül ve ardından yaşanan sürecin derin izleri bugün hâlâ siyasi ve sosyal hayatımızda görünür durumda. Aradan geçen 44 yıl sonra bile, hâlâ bu acı tecrübelerden ders çıkarmayanların olduğunu görüyoruz. 12 Eylül'den gereken dersleri çıkararak, ülkemizde hukuk düzenini hâkim kılmak millet iradesini tam manasıyla tesis etmek en öncelikli görevimizdir. Cenâb-ı Allah, milletimize bir daha böylesine acılar, ülkemize de böylesine ayıplar yaşatmasın!

AK PARTİ İKTİDARINDA SİVİL VESAYETLE KARŞI KARŞIYAYIZ!

Milli Görüş hareketi askerî vesayete çok maruz kalmış bir harekettir. Partileri kapanan, lideri tutuklanan, siyasi yaşamı engellenen Milli Görüş tam 55 yıldır vesayet zihniyetiyle mücadele ederek bugünlere gelmiştir. Askeri vesayetin ortadan kaldırıldığı bugünlerde biz; AK Parti iktidarında bir ‘sivil vesayetle' karşı karşıyayız. Askeri veya sivil, biz bütün vesayetlerin karşısındayız! Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki bunun için mücadelemiz devam edecek, aziz milletimizin talepleri doğrultusunda yürüyüşümüzü sürdüreceğiz.

TÜRKİYE'DE EĞİTİM-ÖĞRETİM SURVİVOR PLATOSUNA DÖNDÜ!

İki gün önce yavrularımız yeni eğitim ve öğretim yılına başladı. Buradan bir kez daha geleceğimizin teminatı olan yavrularımıza ve kıymetli öğretmenlerimize verimli ve başarılı bir dönem diliyoruz.

Cumhuriyet tarihinde ilk defa atama yapmaksızın yeni eğitim öğretim yılına başlandı. Okulların açılmasıyla birlikte de ülkemizin dört bir yanından öğretmen açığı şikayeti gelmeye başladı. Milli Eğitim Bakanı öğretmen ataması yapmak yerine asgari ücretin altında çalıştıracağı öğretmenlerle sorunu çözmeye çalışıyor. Az önce başarılar dilemiştik; ben ayrıca öğretmenlerimize, ücretli öğretmenlerimize, sözleşmeli öğretmenlerimize sabırlar kolaylıklar diliyorum.

Bir de velilerimize sabırlar diliyorum. Kırtasiyeye girmek mümkün değil, bugün bankalar kırtasiye ücretlerinden dolayı faizsiz kredi reklamları yapıyor. Okula aç giden, kendisi ve ailesi yoksulluk sınırının altında yaşayan 5 buçuk milyon çocuğumuza da sabırlar diliyorum. Türkiye'ye, insanımıza, evlatlarımıza bunu reva görenlere de yazıklar olsun diyorum! Evet! Türkiye'de eğitim-öğretim artık Survivor Platosuna dönmüştür. Gençlerimiz eğitim adasından bir bir ayrılırken; öğretmenlerimiz her türlü engelli parkurda eğitim mücadelesi vermektedir. Elbette dokunulmazlıkları da yine yandaşlar almaktadır! Bunun sorumlusu -asla ve asla- ne öğrencilerimiz ne de başımızın tacı öğretmenlerimizdir. Sebebi, iktidarın günübirlik eğitim politikasıdır. Bu politika mevcut bakanla birlikte iflasını cümle aleme ilan etmiştir. Türkiye'ye günübirlik politika değil: ‘önce ahlak ve maneviyat diyen' bir anlayış gereklidir.

SAADET PARTİSİ OLARAK EKRANI ŞİDDET VE AHLAKSIZLIK ZEHRİNDEN ARINDIRACAĞIZ!

Eylül ayının gelmesi, okulların başlamasıyla ekranlarda yeni yayın dönemi de başladı! İçinden cerahat akan gündüz kuşağı programlarının, ahlak ve maneviyatı hedef alan TV dizilerinin iki temel mesajı bulunuyor. Bunlardan ilki ‘Şiddet'. Tarih dizilerinin balta ve kılıç sahneleriyle; hemen hemen her dizideki türlü psikolojik şiddet sahneleriyle; polisiye-gerilim dizilerin akla gelmeyecek planlarıyla halkımız şiddetin, yalanın ve aldatmanın her türlüsüne maruz kalmaktadır. Sonuçta biz her gün yeni bir şiddet haberiyle uyanıyoruz. İkinci temel dayanak ya da mesaj; Erotizm şeklinde ortaya çıkan ahlaksızlıktır. Türkiye bugün maalesef; radikalleşen İslami söylemlerle eş zamanlı olarak çağın en ahlaksız sahnelerine kol kanat geriyor. Bu konuda ne örnekleri saymam mümkün ne de gelen tepkileri. RTÜK, iktidarın kontrolündeki merkez medyaya ne ceza kesebilir ne de yaptırım uygulayabilir. Sermayeyi ve şahsi bekayı her şeyin üzerinde gören ilkesiz ve liyakatsiz yönetimin bu iki tavrı ekranlardan uzaklaştırması elbette mümkün değildir.
Bizler, Saadet Partisi olarak; evvela tüm aile olarak ekran karşısına geçen aziz milletimiz için; ekranı şiddet ve ahlaksızlık zehrinden arındıracağız. Bunu milletimize bir görev addediyoruz. İç politikada, ekonomide, eğitimde olduğu gibi medyada da ‘Önce Ahlak ve Maneviyat' diyoruz.

TÜRKİYE'DE KARA PARA BİR ENERCİ! SANTRALİ OLMUŞTUR

Yaşanan yozlaşma en çok hukuk alanında hissediliyor tabii ki. Yeni Anayasa gündeminin peşinde olan iktidar, mevcut yasalara göre suç işleyen herkesi resmen ödüllendiriyor. Öyle ki bugün SGK borcunuzu ödemezseniz sağlık hizmeti alamazsınız. Ama milyarlarca TL kara para aklayıp vergi kaçırırsanız iktidarın ENERCİSİ sizden yana olabilir. Evet! bugün Türkiye'de ‘Kara Para' bir ‘Enerci Santrali' olmuştur. Astronomik vurgunlara imza atan tüm suçlular gözümüzün içine baka baka, kahkahalar atarak tahliye edilirken; devletimize teşekkür ediyor. Bugün bakıyoruz devleti yönetmekle sorumlu olanlar, iş insanları arasındaki alacak verecek davalarına müdahil olarak pay alma derdinde. Üstelik buna devlet meselesi diyebiliyorlar. Racon kesen İçişleri Bakanı olur mu? Mafyayla, suç örgütleriyle, uyuşturucu baronlarıyla içli dışlı olan bir bakan olur mu? Bakanı bunu yapınca personeli de haliyle uyuşturucu kuryeliği yapıyor.

HARP OKULU VE TEĞMENLER MESELESİ

Türkiye darbelerden çok çekti. Darbe çağrışımı yapacak veya bu potaya dahil edilecek her şeye karşı çok dikkatli olmak gerekir. Millî travmalarımızı tekrar canlandırmanın kimseye bir faydası yoktur. Bunca şeyden sonra harp okullarında hâlâ bu hassasiyetin kazandırılamamış olması en hafif tabirle zafiyettir, iş bilmezliktir. Harp okullarındaki eğitim ve doktrin yeniden gözden geçirilmelidir. Disiplin abidesi bir kurum disiplinsizliklerin odağı olamaz. Milli Savunma Üniversitesi Rektörü, Harp Okullarının dekanları kendilerini gözden geçirsinler!

Teğmenlerin organize edildiği iddiaları daha da vahimdir. Organize edilebilen askerler milletin askeri mesabesinde olamaz. O nedenle iddialar titizlikle araştırılmalı, gözbebeği kurumlarımız daha fazla töhmet altında bırakılmamalıdır.

Bu arada şunu da söylemek isterim, Mustafa Kemal'in Askerleriyiz' sözünü söylemek kolay ancak tatbik etmek zordur. O nedenle daha çok sözde kalmaya başlamıştır.

İçi boşaltılarak rant aracı haline getirildiğini, bir slogana dönüştürüldüğünü, kolay ve pratik bir muhalefet aparatı olarak işlevselleştiğini hatta paravanlaştığını söyleyebiliriz.

SİSİ'NİN TÜRKİYE ZİYARETİ!

Dış politikamız maalesef son 10 yılda Gündüz Kuşağı TV programlarına döndü! Dış politikanın jargonu ve metodolojisi altüst oldu. Ağlama, hakaret, kavga, argo, kabadayılık, olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar, ne ararsanız var! Sisi'yle 10 yıl süren çekişmenin ülkemize maliyetini açıklayacak bir babayiğit var mı? 17 anlaşma 10 yıllık zararı karşılamaya yetecek mi? İhvan hareketini, önce dolduruşa getirip, sonra darbede ağır bedeller ödemek zorunda bırakanlar kim? Ya Mursi ve arkadaşlarının ödediği bedeller? Doğru kılavuzluk tüm bunları engelleyebilirdi! Hem İhvana, hem Mısır'a hem de ülkemize aynı anda bedel ödetmek nasıl bir başarıdır? Kendilerinin dedikleri gibi, bunu da: ‘yaparsa AK Parti Yapar!'

AYŞENUR EZGİ OLAYI

Filistin şehidimiz Ayşenur Ezgi Eygi'ye Allah'tan rahmet diliyoruz. Henüz 26'sında bu kardeşimiz kendi ifadesiyle ‘inandığı dinin, İslam'ın bir gereği olarak' kardeşlerinin uğradığı zulme kayıtsız kalmamıştır. Gazze'ye ulaşamamışsa da Batı Şeria'da Filistinli çiftçilerin hakkını savunan bir protesto esnasında şehit edilmiştir. Hiç şüphesiz Ayşenur, ‘zulüm bizdense ben bizden değilim' deyip Siyonist buldozerlerinin üstüne yürüyen Rachel Corie'nin izini sürmüştür.

Bu yürekli kızımız, nehirden denize özgür Filistin, tam bağımsız Filistin için umut olmuştur. Ayşenur; her ne kadar iktidar vanaları kapatmıyor; dolaylı olarak ticarete ve ilişkilere devam ediyor olsa da; milletimizin Filistin halkının mücadelesine nasıl destek verdiğini tüm dünyaya göstermiştir. Bu yürekli kızımızın davası elbette güdülecektir. Tekraren Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.

NARİN'İ KATLEDENLER HAK ETTİKLERİ CEZAYI ALACAK MI?

İki gün önce masum yavrumuz Narin'i bir melek olarak Rabbimizin huzuruna uğurladık. Hiçbir gerekçe 8 yaşındaki masum bir çocuğun katledilmesini haklı kılamaz. Şimdi kamuoyunda yeni bir endişe var: Narin'i katledenler hak ettikleri cezayı alacak mı? Kamuoyundaki bu endişe yersiz değildir. Her gün onlarca suç kaydı olan kişilerin sokaklarda serbestçe dolaştığını görüyoruz. Görüyoruz ki ceza kanunu ve infaz yasası; suçluları caydırıcı şekilde cezalandırmaktan çok uzak. Bu cezasızlık durumu, katilleri ve çocuklarımızın hayatını karartan canileri cesaretlendirmektedir. Narin'in katledildiği bu acı olayı bir milat kabul ederek; benzer vahşeti, aklının ucundan dahi geçirenlerin bacaklarını titretecek değişiklikleri hayata geçirelim.

ÇOCUK CİNAYETLERİ İÇİN İDAM CEZASINI YASALAŞTIRALIM

Buradan Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran iktidara ve tüm muhalefet partilerine sesleniyorum. Gelin hep birlikte; Ceza kanununda ve İnfaz yasasında değişiklik yaparak cezaların caydırıcılığını artıralım. Cinayet ve özellikle çocuk cinayetleri için çerçevesi çok net şekilde belirlenmiş bir kapsamda idam cezasını yasalaştıralım. Burada daha sonra siyasi bir intikam aracına dönüşmemesi için ‘çerçevesi net bir şekilde belirlenmiş ve cinayetle sınırlı' olması bizim için en önemli kriterdir. Bunun altını dikkatle çiziyoruz. Toplum olarak adalet duygumuzu derinden sarsan çocuk cinayetleri karşısında hep birlikte ‘İdam gelsin!' seslerini duyuyoruz. Evet, sadece -altını çiziyorum sadece- bu vahşice eylemler karşısında bunun gerekliliğini savunuyoruz. Ancak ne yazık ki, adaletin mafyanın oyuncağı olduğu, yargının parayla satın alındığı, bu Türkiye'de çocuk cinayetleri için bile idamı söylerken bir kez daha düşünüyoruz. Ciğerimiz yanıyor, ama ‘idam' derken bile AK Parti'nin siyasi hesaplaşmalarına takılmaktan korkuyoruz. Türkiye bu cehennemi yaşamak zorunda değil!

Hukuku ve adaleti yerle bir eden bu iktidarı bir an önce değiştirip, gerçek adaleti sağlamak ve toplumun vicdanını rahatlatacak cezaları hak edenlere en ağır şekilde vermek bizim görevimizdir. Biz aynı zamanda, sadece cezalandırmayla suçun önlenemeyeceğinin farkındayız. Bu nedenle aynı zamanda toplumu bilinçlendirme ve suçu ortaya çıkaran sosyolojik zemini ortadan kaldırmaya yönelik kapsamlı politikaları da uygulamaya geçirmek gerekmektedir.

Ama her şeyden önce evlatlarımızın aydınlık geleceğini ve güvenle yaşayabileceği bir ülkeyi kendimize dert edinelim. Bunun için çaba harcayalım. Aksi takdirde toplumsal çürüme ve ahlaki erozyon bir kurt gibi bünyemizi hızla kemirmekte ve Türkiye her geçen gün daha yaşanılamaz bir yere dönüşmektedir.

MUHABİR

Bakmadan Geçme