• Haberler
  • Siyaset
  • Devlet Bahçeli İmamoğlu ve Yavaş'ı Hedef Aldı! Cumhurbaşkanlığı Adaylığına Soyunmaları Namertliktir!

Devlet Bahçeli İmamoğlu ve Yavaş'ı Hedef Aldı! Cumhurbaşkanlığı Adaylığına Soyunmaları Namertliktir!

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli: 'Belediye başkanlarının işi gücü bırakıp bugünden Cumhurbaşkanı adaylığına soyunmaları, anketlerin palavralarıyla caka satmaları en başta İstanbul ve Ankara'ya nankörlük, kendi adlarına da namertliktir.' 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, hemen her fırsatta cumhurbaşkanı adaylığıyla ilgili sinyaller veren Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu hedef aldı.

En son katıldığı Hatay programında; "Gerek İBB başkanlığım, gerek Türkiye Belediyeler Birliği Başkanlığı sıfatım yada..." diyerek cumhurbaşkanlığı adaylığını resmen açıklayan Ekrem İmamoğlu ile "50'den fazla anketin hepsinde de birinci çıktım" diyerek cumhurbaşkanlığı adaylığının en kuvvetli ismi olduğunu ilan eden Mansur Yavaş, Bahçeli'nin hışmına uğradı.

Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada konser tartışması üzerinden Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ın cumhurbaşkanı adayı olmak istemelerini eleştirdi.

BELEDİYE BAŞKANLARININ CUMHURBAŞKANLIĞI ADAYLIĞINA SOYUNMALARI NAMERTLİKTİR!

Bahçeli, konuşmasında şunları söyledi;

"CHP’li belediyelerin müzikli eğlence ve konser şölenlerine hazine kaynaklarını astronomik şekilde peşkeş çekmeleri, israfa gömülmeleri, sıra vatandaşlarımıza gelince bir tas çorba ile bir tabak pilavı reva görmeleri maskeleri düşüren kepazeliktir.

Neymiş, bir sanatçıya ödenen para 69 milyon lira değil de, 45 milyon liraymış. Bu kafa normal bir kafa değildir. Bu tevil hamulesini kaldırmaya kimsenin takati de yetmeyecektir. Suçluların telaşıyla kıvrananların şifreli özrü kabahatlerinden büyüktür. Haydi halkımızdan utanmadınız, be hey densizler, be hey sonradan görmeler Allah’tan da mı korkmadınız? Belediye başkanlarının işi gücü bırakıp bugünden Cumhurbaşkanı adaylığına soyunmaları, anketlerin palavralarıyla caka satmaları en başta İstanbul ve Ankara’ya nankörlük, kendi adlarına da namertliktir. 

Ziya Paşa’nın dediği gibi,

'Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.' Lafları boş, siyasetleri kof, karınları tok, eserleri yoktur. Milletimiz bu yeteneksiz, iş bilmez, adap bilmez, vefa bilmez kifayetsiz muhterislere muhtaç ve mecbur olamaz, olmamalıdır. 

Emperyalizmin Truva atlarının şer oyunlarına, yalan ve yıkım kampanyalarına itimat edecek, ikna olacak, kaale alacak hiç kimsenin kalmayacağına inanıyorum. Türk ve Türkiye Yüzyılında ayak bağları sökülüp atılacaktır. Milli birlik ve dayanışma ruhu kötülüğü ve kötüleri ülke gündeminden sürüp çıkaracaktır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ikmali ve imkanlarıyla toplumsal ayrışmanın izleri yönetimde kaynaşmayla silinecektir. Daha doğru bir ifadeyle arzumuz ve talebimiz bu şekildedir. Milli hedef ve menfaatleri maksimize edip iç ve dış tehditleri minimize etmek ortak görevimizdir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye Cumhuriyeti’ni önümüzdeki yüzyılda sırtlayacak yönetim yapısıdır. Yasama, yürütme ve yargı arasındaki çizgiler netleşmekle kalmamış, devlet hayatında denge, düzen ve istikrar egemen olmuştur. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, toplumsal ayrışma ve ayrımcılığa set çekmiştir. İnsan-insan ilişkileri, insan-toplum irtibatları, insan-devlet bağları hukuki ve siyasi bir çerçevede daha da sağlamlaştırılmış, sağlıklı bir bünyeye kavuşmuştur.

Bugüne kadar, Türkiye’de hiç kimse ikinci sınıf insan muamelesi görmemiştir. Hiçbir vatandaşımız bu ülkenin ötekisi, zencisi, yabancısı sayılmamıştır. Meşhur İslam filozofu İbn-i Haldun, bir devletin egemenliğini paylaştığı an hükümranlığını kaybedeceğine, devletin ayakta durması için kan bağının yerine intisap bağının, yani mensubiyet bilincinin öne geçtiği bir yapının kurulması gerektiğine işaret etmişti.
Devletin güçlü olduğu dönemlerde, toplumsal ve kültürel farklılıklar sis bulutunun içine gömülmüş bir vadi gibidir. Doğal farklılıklar vardır, ama görünmezler, omuz omuza ortak bir hedefe yürüyen toplumsal kesimler ayrı kategoride olsa bile, yürünecek yol, varılacak hedef olduğu müddetçe farklılıklarından değil aynılıklarından bahsedilmesi kesin bir yargıdır. Devletin gücünü kaybetmesi ve egemenliğini bölüşmesi halinde sisin dağılarak farklılıkların genişleyen çatlaklardan sızması ve büyümesi kaçınılmazdır. İşte felaket de budur. İntisap veya vatandaşlık esasının büyüyen bu çatlakların yıkıcı etkisiyle terk edilmesi, devletin etnik kimlikler üstünde yeniden inşa edilmeye çalışılmasına yol açar ki, bu süreç kanlı ve çetin bir boğuşmaya çanak tutmak, davetiye çıkarmaktır.

KÜRTLER DE ALEVİLER DE BİZİM KARDEŞİMİZDİR

Türkiye, etnik ve mezhebi toplulukların gevşek koordinasyonuyla, gelip geçici karar ve koalisyonuyla kurulmamıştır. Ne Kürt kardeşlerimiz ne de Alevi kardeşlerimiz hiçbir zaman göz ardı edilecek değersizliğe havale edilmemiştir. Kürtler de, Aleviler de bizim canımız, cananımız, kardeşimiz ve milli birliğimizin ana damarlarıdır. Etnik ve mezhep temelli hassasiyetlerin yoğun krizlere dönüşünü basiretle engellemek, Türkiye karşıtlarının koz olarak kullanmasını tümüyle bertaraf etmek için toplumsal ayrışma kanallarının Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin kaynaştırıcı ve kuşatıcı mekanizmalarıyla işlevsiz ve tesirsiz hale getirilmesi elbette mümkündür.
Türkiye Cumhuriyeti devleti milletimizin bütün güzelliklerinin, bütün değerlerinin, bütün miras ve emanetlerinin kucaklaşma asaletiyle temsil edilmelerini hukuki ve siyasi esaslara bağlayabilecektir. Yüksek demokrasi standardının ihyası, ebedi kardeşliğin, tarihi ve kültürel beraberliğinin temelleri bu doğrultuda daha da tahkim ve takviye edilmiş olacaktır. Bizim anımız ve acımız bir olduğu kadar, geleceğimiz bir, dostumuz bir, düşmanımız da aynıdır.

Ayrımız, gayrımız hiç yoktur. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü sözleşmesi 4 Kasım 1946’da 44 ülke temsilcileri tarafından imzalanmıştı.

Sözleşmenin başında şu ifadeler yazılıdır: 'Savaşlar insanların kafalarında başlar. Öyleyse barışın savunma siperlerinin de insanların kafalarında kurulması gerekir.' Her şey kafada başlıyorsa, kalplerimizi tekleştirip kafa kafaya vererek birbirimize sarılmalı, nifak cephesini yerle bir etmeliyiz. İş işten geçtikten sonra ah vah etmenin, nedamet gösterilerinin hiçbir anlamı olmayacaktır. 

Dördüncü Murat, Bağdat Seraskeri Hafız Paşa’ya seslenerek şöyle bir soru sormuş: Hafız, Bağdat’a imdat etmeye er yok mudur?
Bu soru, 17’inci yüzyıl halk ozanı Kayıkçı Mustafa’nın bir şiirinde yankısını bulmuş: Eyerleyin kır atımın ikisini, Fethedeyim düşmanların hepsini. Biz de eyerleyip atlarımızı, düşelim yollara, gidelim nurlu ufuklara. Türk milleti var olsun, Türkiye kıyamete kadar payidar olsun.
Cenab-ı Allah milletimin her güzel insanından razı olsun. Sözlerimi bitirirken hepinizi bir kez daha hürmet ve muhabbetle selamlıyor; alnımızın açık, bahtımızın açık, talihimizin açık, milli birlik ve kardeşlik hissiyatımızın baki olmasını diliyorum."
 

Bakmadan Geçme