• Haberler
  • TV
  • Hasan Sabbah Selahaddin Eyyübiyi Kaçırmış mıydı?

Hasan Sabbah Selahaddin Eyyübiyi Kaçırmış mıydı?

TRT 1'in sevilerek izlenen dizisi yeni bölümleri ile ekranlara gelmeye devam ediyor. Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyübi 7.bölümü ile 1 Ocak'ta izleyici ile buluştu. Dizinin bu bölümünde Dağın Efendisi Selahaddin'i yakaladı.

Hasan Sabbah, İran’daki İsmaîlîlerin önde gelen kişilerindendi. Devrin bütün ilimlerini öğrenmiş, kimya, sihir, gizem ve simya ile uğraşmış, Kahire’de İsmaîlî mezhebinin gizli sırlarını öğreten Dar-ül-Hikme’ye devam etmiş ve İran’daki İsmaîlîliğin en ileri gelenlerinden biri olmuştu.

Fatimi Halifesi Müstansır, İran ve Turan’da tarikatı ve devletini genişletmek için çaba gösterirken, İran’daki İsmaîlîler ayaklanmış ancak başarılı olamamışlardı. Turan’dan da Buğra Han ve Sultan Tuğrul Bey üzerlerine gelip, Suriye’yi ellerinden alınca, İsmaîlîlik sadece Mısır’da sıkışıp kalmıştı. Etsiz Ok, başarılı olsaydı Mısır’da ellerinden gidecekti. Müstansır ve Hasan Sabbah, bu konuları görüştüler ve bundan sonra neler yapılabileceğini konuştular.

Bu görüşmeden sonra Müstansır’dan büyük yetkiler alan Hasan Sabbah çeşitli bölgeleri dolaşarak İran’a dönmek için harekete geçti. Şam’a, Cezire’ye, Diyarbakır’a uğradı, oradan Horasan’a geçti. Kaşgar ve Maveraünnehir’e uğradı. Her gittiği yerde mezhebine mensup kişilerle görüştü ve onlara İmam Müstansır’la görüştükleri konuları aktardı.

Bu gezi sırasında Alamut kalesini gördü. Bu kaleyi çok beğendi ve ileride işine yarayacağını düşündü. Oraya yerleşti ve çok geçmeden adamlarıyla harekete geçerek, Alamut’u ele geçirdi. Burada yalancı bir cennet kurdu ve “Suikastçiler” ile “Gizli fedailer” yetiştirdi.

Burada kendisine ait yöntemler geliştirdi. Zaten mezhep yönünden kendine bağlı adamlarını, “kendisine ölesiye sadık” ve “ölüm makinesi” haline getirecek bir yol buldu. Devletlerin önemli kademelerinde yer alacak ama sadece kendisinden emir alan “gizli fedailer ordusu” oluşturdu. Bunlar “devleti yönetenlerin çok güvendiği” insanlar, komutanları, sırdaşları, hatta eşleri, cariyeleri olabiliyordu. Diğer grup ise ölüm makinesi haline gelen suikastçilerdi.

Hasan Sabbah’ın hizmetine girenler önce haşhaşînle uyuşturuluyor, adam gözlerini açtığında kendini bu yalancı cennette buluyordu. Burada bir süre yaşayan ve her türlü zevki tadan fedaîler bu cennetten ayrılmak istemiyordu.

Ancak cennete girmenin yolu vardı: Hasan Sabbah’ın her istediğini gözünü kırpmadan yapmak. Hasan Sabbah’ın emri ile “devletlerin önemli kademelerinde bulunmak”, “onlardanmış gibi görünmek” zamanı gelince yapılan işi başarmak, ya da bu uğurda ölmek, cennete girmenin yoluydu. Hele ölüm, cennete hemen giriş anlamına geliyordu. Yaşadığı cennetin özlemini çeken fedaîler, cennete tekrar girebilmek için, bir an önce Hasan Sabbah uğruna ölmeyi arzuluyordu. Bu yüzden, Hasan Sabbah, “kalenin bedeninden kendini uçuruma at!” emri verirse, fedaî cennete kavuşacağının sevinciyle hiç düşünmeden kendini uçuruma bırakıyordu. Hasan Sabah da, bu gösteriyi konuklarının önünde sık sık yapıyor, “adamların güle oynaya uçuruma atladığını” gören konuklar dehşet içinde kalıyordu.

HASAN SABBAH İLE SELAHADDİN EYYÜBİ KARŞILAŞTILAR MI?

Hasan Sabbah Selahaddin Eyyübi'den önceki dönemde yaşamış ve karşılaşmamışlardır.

Sultan Nurettin adına hareket eden Selâhaddin Eyyûbî, 1171 yılında Mısır’ı ele geçirdi ve 270 yıl hüküm süren İsmaîlî devletini ortadan kaldırdı. Devletleri yıkılan ve halifeleri ölen İsmaîlîlerin hedeflerinde Selâhaddin Eyyûbî vardı. Ona suikast tertip etmek için Mısır’da bir sürü adam topladılar, Suriye ve Filistin’de haçlıların ve Sicilya’daki hristiyanların yardımlarını sağladılar. Ancak Selâhaddin Eyyûbî, suikast gerçekleşmeden, suikastı tertip edenlerin hepsini yakalayıp idam etti.

Suriye’den harekete hazırlanan Haçlılar, Mısır’daki suikastçıların yakalandığını ve idam edildiğini haber alınca geri döndüler. Sicilya’da harekete geçen donanma ise İskenderiye’ye gelip karaya asker çıkardı ama oraya da hızır gibi yetişen Selâhaddin Eyyûbî, kanlı bir savaştan sonra onları İskenderiye’den çıkardı.

SELAHADDİN EYYÜBİ: HAŞHAŞİLERİN İNİNE GİRECEĞİZ

Ancak suikastlerin ardı kesilmedi. Hasan Sabbah ekolünün başında olan Şeyh-ül Cebel Sinan, kesin yok edilmesi için suikastçılarını Selâhaddin Eyyûbî’nin üzerine gönderdi. İsmaîlî devletini yok eden Selâhaddin Eyyûbî’den intikam almak, Sinan’ın en büyük amacı olmuştu.

Kudüs’ü fethetme hazırlıkları yapan Selâhaddin Eyyûbî kumandanlarından birinin odasındayken, “kendi adamlarından sandığı” Haşhaşî fedaîlerinden biri elindeki bıçağı başına sapladı. Selâhaddin Eyyûbî, başındaki miğfer sayesinde ölümden kurtuldu. Suikastçı öldürüldü ama yine “kendi adamlarından sandığı” ikinci bir fedaî, ardından üçüncü bir fedaî daha saldırıya geçti, onlar da başarılı olamadı. Sinan, Selâhaddin Eyyûbî’nin gazabını üzerine çekmişti.

Kudüs’ü fethettikten sonra askerlerini toplayan Selâhaddin Eyyûbî, Sinan’ın kalesinin giriş ve çıkışını iyi bilen iki kardeş Zeydun ile Haldun’u komutan tayin ederek, iki ayrı ordu ile Sinan’ın kalesini başına geçirmesi için görevlendirdi. Ordunun biri Beyrut, diğeri Humus yolundan Sinan’ın bulunduğu Masyaf kalesine gidecekti. Selâhaddin Eyyûbî, komutanlarına yaptığı konuşmada, bu konunun çok önemli olduğunu belirtti.

“Bu memleketin içinde bir katil ve mücrim ini var. İnsanların başına belâ kesilen ve herkesin emniyetini tehdit eden bu katiller, bugün kuvvetli olduğumuz için inlerine çekileceklerdir, yeryüzünde izleri yokmuş gibi hareket edeceklerdir. Ama bizim zayıf anımızı da bekleyip, cinayetlerini sürdürmek isteyeceklerdir. Biz insanları bu hunhar insanlardan kurtarmaya karar verdik. Masyaf kalesini Sinan’ın başına yıkmak, insanlığa ve dinimize en büyük hizmettir.”

Kudüs’ün fethinden bir ay sonra on bin kişilik asker, iki ayrı ordu halinde Sinan’ın Masyaf kalesine doğru yola çıktılar. Şeyh-ül Cebel Sinan, bu ordudan çok korktu. Önce tehditler savurdu, ardından yumuşadı. Selâhaddin Eyyûbî’nin kumandanlarını rüşvetle, hediyelerle, çeşitli vaatlerle kandırmaya çalıştı. Fakat onu ve yaptıklarını çok iyi bilen kumandanlar, Sinan’ın aldatıcı vaatlerine kanmadılar. Ya teslim olmalarını, ya da savaşmalarını söylediler.

Şeyh zavallı ve bitkin bir hale gelmişti. O zamana kadar hep kendini gizleyen adamlarıyla, sinsi suikastlerle, fedailerin hançerleriyle iş görmeye alışkındılar, karşı karşıya savaşmalarının yenilgiyi getireceği belliydi.

Bu arada iki baş Dai, gizli bir operasyonla Sinan’ı öldürüp uçuruma attılar ve Baş Daî Tavus yeni Haşhaşi lideri oldu. Selahaddin Eyyübi’nin komutanlarına mektup gönderdi. Sinan’ın öldüğünü, kendilerinin de artık bir daha kimseye zarar vermeyeceklerini belirtti.

Selâhaddin Eyyûbî’nin kumandanı Emir Zeydun bir süre düşündü. Bu haşhaşiler şimdi böyle diyorlardı ama fırsatını buldular mı, cinayetlerini en acımasız biçimde sürdürmekten geri kalmıyorlardı. Yine de Tavus’un tekliflerini kabul edecekti ama Masyaf kalesini de yıkacaklardı. Tavus’a bu tekliflerini mektupla iletti. Tavus bir süre düşündü. Kalenin yıkılması çok kötü olacaktı. Başka bir teklif sundu. “Kaleyi yıkmayın ama işgal edin.”

Zeydun kabul etmedi. Ona göre bu teklif, onların iyi niyetli olmadıklarını gösteriyordu. Çünkü Selâhaddin ordusunun sürekli işgal edecek zamanı yoktu, zaten Selâhaddin Eyyûbî, şu anda bile haçlılarla uğraştığından, kendileri de ona katılacaklardı. Ayrıca kalenin yıkılmamasını istemek, fırsat kollamak anlamındaydı. Bu görüşte iletildi; ya kale yıkılacak, ya da savaş yapılacaktı.

HAŞHAŞİLERİN SONU

Tavus için savaşmaktan başka çare kalmadı. O sabah büyük bir fedaî ordusu kaleden çıkıp saldırıya geçti. Kanlı bir savaş olmasına rağmen çabuk eridiler. Üç gün üç gece fedailer kuşatmayı kaldırmak için kale dışına çıkmışlar ama başaramamışlardı. Tavus, kale kapısı ile bütün kaleyi çeviren müthiş uçurumu birleştiren köprüyü yıktırdı. Şeyh-ül Cebel’e ait bütün hazineler, kıymetli eşyalar uçuruma atıldı. Ama, Selâhaddin Eyyûbî’nin askerleri bir kaç gün içinde uçurumun üstüne bir köprü yaptı. Bunun üzerine Tavus kalan adamlarını taraçanın kenarına topladı ve uçuma atlamalarını emretti.

Onlar uçuruma atladıktan sonra geriye kendisi, baş daîsi ve haremdeki kadınlar kalmıştı. Selâhaddin Eyyûbî’nin askerleri köşke doğru geliyorlardı. “Haydi biz de cennete!” diye bağırdı Tavus ve hep birlikte uçurumdan aşağıya atladılar.

Bir kaç saat geçmeden Masyaf kalesinin her tarafı Selâhaddin Eyyûbî’nin orduları tarafından ele geçirildi. Yüzyıllar boyu İslam dünyasını dehşete saçan Haşhaşilerin beli kırılmıştı.

Fakat bu olay Haşhaşilerin sonu olmadı. Hasan Sabbah’ın ekolü 1256 yılına kadar çeşitli bölgelerde varlığını sürdürdü. Moğolların İlhanlılar devletinin hükümdarı Hülagu, 1256 yılında neredeyse bütün Müslüman devletleri yok ettiği, Abbasi Halifesini kazığa oturttuğu gibi, Haşhaşileri de acımasız bir şiddetle katletti ve tamamen kökünü kazıdı.

İşte merak edilen Haşhaşilerin tarihteki hikayesi bu. Özetinin özeti sayılacak bu konuyu merak edenler, artık Haşhaşiler ve Tapınakçılar kitabından ve benzer kitaplardan okuyabilirler.

Haşhaşiler tarihte yok edilseler de, o zamandan bu zamana pek çok örgüte, yapıya, gizli teşkilatlara ilham kaynağı olmaya devam ettiler.

Bakmadan Geçme